Son zamanlarda dünyamızda gerçekleşen salgınlarla aslında hayat bize kendini hatırlatıyor. Hem de her alanda; üretimde, tüketimde ve satın almada.

3.5 Milyar yaşındaki Dünya’mızda salgın hastalıkların bilinen tarihi 1500 öncesi MÖ 429-426’lere dayanıyor. En büyük salgın hastalıklar ise Veba, Çiçek Hastalığı, Kolera, Tifüs, Deng Humması olarak kayıtlara geçmiş. Grip, Influenza gibi salgın hastalıklar ise 18. Yüzyılın başlarında itibaren başlıyor. 21. Yüzyılda ise Mers, Ebola, H1N1 ve Corona Virüs ortaya çıkıyor. 

Bir süredir maalesef Corona Virüs’ün ağır sonuçlarını yaşıyoruz. Bu salgının ne kadar süreceği, nasıl önleneceği, ilaç ve aşı için yapılan çalışmaların sonuçlarının ne zaman alınabileceğine dair bir öngörü hiçbir otorite tarafında yapılamıyor. İnsanlık sınanıyor adeta. 

Hayatımız boyunca belki de ilk defa zorunlu olarak evde kaldığımız bu dönemde kendi kendimizle de Baş başa kaldık. Baş başa kalıp kendimizi ve sevdiklerimizi devam ettirmek konusunda yapabileceklerimizi görmek ve yeni çareler üretmeye de mecbur kaldık. 

Evlerin içinde hapsolduğumuz şu dönemde, nasıl bir hayat istediğimizi, nasıl bir ülke hayal ettiğimizi sorguladık. Özgürlüklerimiz kısıtlandı. En önemlisi de maddi kaygılar yaşamaya başladık ve bu maddi kaygılarla ev içinde yaşamımızı ne kadar sürdürebileceğimiz konusu evimizin içindeki hayatı da etkilemeye başladı. 

Çok değil, sadece yirmi gün önce farklı bir hayat yaşadığını düşündüğümüz insanlarla temel gerçekliğimizin aynı olduğunu gördük: Sağlık sorunu, tüm dünyada olduğu gibi. Bu sağlık sorununun aşılabilmesi için salık verilen evde kalma hali ikinci büyük sorunu da beraberinde getirdi. İnsanların evde kalabilmeleri için gelir kaynaklarının olması gerekliliği… Mesela, son aldığımız maaş bizlere ödeniyor olsa ve bizler sonsuz bir arsızlıkla tüketmeyip sadece temel ihtiyaçlarımıza odaklanarak yaşasak hayatlarımız pozitif şekilde değişebilir. Sabit giderlerin zaten var olduğunu bir kenara koyarsak, daha az tüketim, daha az seyahat, daha az kıyafet vs. Ancak bunu yapabilmek için yani herkesin evde kalabilmesi için devletin üretim ilişkilerini planlaması gerekir.  

Türkiye’de 65 yaş üstü insanlar için yakın zamanda ilan edilen sokağa çıkma yasağını herkes kendi çevresindeki insanların sağlıklarını koruması olarak değerlendirdi. Ancak tarımda bu yaştaki insanların ekonomiye aslında ne kadar da önemli katkıları olduğu gözden kaçtı. Dünya Gazetesi yazarı Ali Ekber Yıldırım, 25 Mart tarihli yazısında tam da bu noktaya değinerek Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük’ün görüşlerini iletmiş; “Fabrikayı, işyerini kapatabilirsiniz ama ineğin memesini kapatamazsın. 65 yaş üzerindeki insanların şehirde parka çıkmaları yasaklansın doğru. Ama köyde keyfi olarak dışarı çıkmıyorlar. Sütü teslim edip eve dönüyorlar. Ortağımız sütünü getirmezse nasıl geçinecek. Sağdığı sütü ne yapacak? Ayrıca onlardan aldığımız sütü işleyerek içme sütü, yoğurt, peynir, tereyağı yapıyoruz. Biz bunu yapmazsak tüketici ne yiyecek? Her şeyin üretimini durdurabilirsiniz, ama tarım ve gıdayı durduramazsınız. Yarın sokağa çıkma yasağı olursa ne olacak? İnsanlar açlıktan ölür. Buna bir çare bulunmalı” 

Oysa şu anda aynı karantina orada da devam ediyor. Önümüzde hiç de uzun olmayan bir vadede süt ve süt ürünlerine ulaşmakta sıkıntı yaşanabilme ihtimalimiz var.    

O zaman bizim bu üretim ilişkisini devam ettirebilmek için başka bir önlem almamız gerekiyor. Ancak önce konuşulabilir hale gelmesi gerekiyor. Can derdine düştüğümüz için henüz bu safhaya gelemedik. Markette insanlar alışverişini oyalanmadan bir an önce yapıp çıkıyorlar. Hala alabiliyorlar, alışveriş yapabiliyorlar çünkü hala para var. Alacak ürün olmadığında neye harcayacağız bu parayı? Şirketler hiçbir ücret kesintisi yapmadan evde oturduğumuz ya da uzaktan çalıştığımız halde maaşlarımızı ödese bile. Ekonomi de böyle dönmez mi zaten? Arz ve talep. İneğin sütünün sağılması lazım. 

Hiç tahmin etmediğimiz büyük ekonomiler çökme tehlikesiyle karşı karşıya, B planları yok, hazır değiller. Dünyanın önde gelen saygın ekonomistlerinin bile önümüzdeki 2-3 yıla ilişkin olumlu bir projeksiyon yapma ihtimalleri mümkün görünmüyor. Bu yüzden ayağımızı yorganımıza göre uzatmak zorundayız. Ekonomimiz sıkıntıya düştüğünde aldığımız kıyafetlerin yenmeyeceğini, oturduğumuz “rezidans” balkonlarının lezzetli şeyler olmadığını, maddi varlıklarımızın bizi her şeyden koruyacakmış yanılgısını, doğanın sahibi olmadığımızı aksine O’nun bize hükmettiğini acı tecrübelerle anladığımız bir noktadayız. 

Hayat bize kendini her alandan hatırlatıyor.  

Düşünmeliyiz…  

Fazladan aldığımız giysilerimizi, sırf sıkıldığımız için değiştirdiğimiz mobilyalarımızı, görgüsüzlüklerimizi, stokçuluklarımızı, yarın ne olacağını bilmeden gelecek 10 yıllarımızı şuursuzca ipotek altına aldığımız banka kredilerimizi, orayı da görelim, bunu da yiyelim diyerek doğaya verdiğimiz zararları. 

Düşünmeliyiz… 

Ama bunları yapabilmek için önce yaşamamız lazım, sağlıklı bir şekilde. 

Published On: Haziran 23rd, 2020 / Categories: Dijital Pazarlama, İçerik Pazarlama /

E-Bültenlerimize Abone Olun

Satın Alma ile ilgili gelişmeleri ve yeni haberleri kaçırmayın.

Mesajın için teşekkürler. Gönderildi.
Mesajınızı göndermeye çalışırken bir hata oluştu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin

Add notice about your Privacy Policy here.